Huzursuz Beynin Sessiz Tuzağı
Huzursuz Beynin Sessiz Tuzağı
Hayat bazen olağanüstü güzeldir. Gün ışığı pencerenin perdesinden sızar, kahvenin kokusu mutfağı doldurur, insanın sevdikleri yanındadır. Fakat tam da böyle anlarda bazı zihinler hiçbir şeyi olduğu gibi bırakamaz. İçten içe, görünmez bir titreşim yayılır: huzursuz beyin sendromu.
Bu sendromu yaşayan kişi için hayatın güzelliği görünmez olur. En basit şeyde bile bir kusur, bir eksiklik, bir “ama” arar. Mutluluk kapıyı çalsa, içeri girmesine izin vermez; çünkü içeride bir çocuk oturuyordur hâlâ: kaygılı, onay arayan, eksiklik duygusuyla büyümüş çocuk bilinci.
Yetişkin bilinci aslında şeffaftır, geniştir. O bilir ki her şey olduğu haliyle değerlidir. Ama çocuk bilinci farklıdır: hep tetikte, hep aç, hep “ya elimden alınırsa?” kaygısıyla dolu. Böyle olunca kişi, kendine zehirli bir hayat tasarlar. Güzel olanı görmez, çünkü içindeki çocuk “güzel şeyler kalıcı olamaz” diye fısıldar. Ve bu fısıltı, koca bir ömrün fon müziğine dönüşür.
En çarpıcısı ise: insan bunun farkında değildir. Kendini akıllı, mantıklı, gerçekçi sanır; aslında konuşan yetişkin değil, çocuk bilincidir. Huzursuzluk, o çocuğun hiç dinmeyen ağlamasıdır.
Oysa özgürlük, çocuğu susturmakta değil, onu kucaklamaktadır. “Evet, seni duyuyorum. Korkuyorsun, endişeleniyorsun. Ama artık büyüdük, buradayız, güvendeyiz” diyebilmektedir.
Çünkü bir kez yetişkin bilinci devreye girdiğinde, hayatın güzelliği görünür olur. Aynı kahve, aynı gün ışığı, aynı sevdiklerimiz… ama bu kez zihnimizin filtresiz gözleriyle.
Gerçek huzur dışarıdan değil, içerideki çocuğu şefkatle yanına oturtabilen yetişkinden gelir. Ve işte o zaman, hayat gerçekten tadılır.
Eğitmen-Yazar-Nefes Koçu
Nimet Ünal Mızraklı
@nefesin_de_nimettir
@nisanrain