
Ulukışla adını hep duyardım da burayı görmek yeni nasip oldu.
Karavan yolculuğumuzda bir gece burada, hem de tam Ulukışla Külliyesi’nin dibinde konakladık.
Sabah erkenden tarihi taş duvarlar seslendi “haydi gelin, gezin beni” dercesine.
Niğde Ulukışla’da, 1600’lü yıllarda yapılmış Ulukışla Külliyesi han, cami, medrese, hamam ve imaretten oluşuyor.
Özellikle han kısmı ilgimi çekiyor ve dolaşırken bir yandan da tarihine bakıyorum.
Hanın restore edilen bölmelerinde yüzyıllar sonra küçük dükkânlar hayat bulmuş, işliyor.

Burası tüccarların konaklaması ve mallarını güvenle saklaması için kullanılmış. Mimari yapısı sade ama güçlü bir Osmanlı taş işçiliği örneği sergiliyor.
Aynı zamanda, Osmanlı’nın Ortadoğu seferlerinde askerlerin konakladığı önemli ara dinlenme kışlalarından biri.
İpekyolu üzerindeki bu handan kim bilir ne kervanlar konaklayıp geçti.
Kim bilir ne yolcular dinlendi, yemek yedi, su içti.
Onların izini sürerken Faruk Nafiz Çamlıbel’in dizeleri çıkıyor karşıma.
Bildiğimiz, her gördüğümüzde yeniden yeniden okuyup yolculuğa çıktığımız dizeler hani:
“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda.
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!”

Han Duvarları, 1922 yılında soğuk bir Mart sabahında başlayan ve Ulukışla’dan Kayseri’ye “yaylı”denilen at arabasıyla yapılan üç günlük bir yolculuğun hikâyesi.
Öğretmen olarak Kayseri Lisesi’ne atatan şair, gerçekten de 1922 yılında Ulukışla’dan Kayseri’ye yolculuk yapmış.
Çamlıbel’in dizelerinden bugüne han duvarları ne çok şair ve yazar gördü bilinmez ama bu cümlelerin sahibi de gezdi, gördü, duvarlarına dokundu ve anlatmaya çalıştı buranın öyküsünü.
Okuyan yüreklere selam olsun bu diyarlardan.
Dilek Tuna Memişoğlu