Sabah güneşi yavaşça köyün toprak yollarına vururken, küçük Amadou her zamanki gibi erkenden uyanmıştı. Annesi sabah namazından sonra ona, “Bugün pazar, diş fırçalarını unutma,” demişti. Başına rengârenk bir kumaş sarıp ormanın yolunu tutmuştu bile.
Köyün dışında, sık çalılıklar arasında büyüyen özel bir ağaç vardı. Bu ağacın dalları, dedesinden babasına, babasından ona geçen bir gelenekle, doğal diş fırçasına dönüşüyordu. Ne sabun gerekirdi ne de kimyasal sadece doğa, biraz zaman ve sevgi.
Amadou dikkatle en taze, en düzgün dalları seçti. Bıçakla dikkatlice soydu, fazlalıkları ayıkladı. Sonra büyük bir demet yaptı, başına kumaşını sıkıca sardı ve yükünü omzuna alarak geri dönerken yüzünde bir tebessüm vardı. Her bir çubuk, sadece bir dişi değil; bir kültürü, bir geçmişi, bir sağlığı temsil ediyordu.
Köy meydanına vardığında, insanlar onu görünce gülümsedi. Çünkü herkes biliyordu: Amadou’nun getirdiği dallar, sadece ağız sağlığı değil, doğayla kurulan kadim bağın da sembolüydü.
Saye Aşkın