
Bir zamanlar insanların iç dünyasında gizli bir yolun var olduğuna inanılırdı. Gözle görülmeyen fakat derinden hissedilen bu yol, kişiyi kendi özünün sessiz kapısına taşırdı.
Herkesin yolu birbirinden farklı olurdu.
Kimi açık bir göğün altında yürür gibi ilerlerdi kimi sislerle sarılı bir patikada yönünü arardı kimi ise attığı adımların farkına bile varmadan yol alırdı.
Yine de hiç kimse bu yolculuğun sonunda bekleyen hakikate tümüyle ulaşamazdı.
Çünkü insan dünyaya gelirken eskiden kalma bir gölgeyi de ruhunda taşırdı.
Bu gölge kişinin adımlarına tutunur, içsel dünyasının derin kıvrımlarında yaşamayı sürdürürdü. Bazı ruhlar bu gölgeyi dönüştüremez, insan olmanın eşiğinde durup kalırdı. İçlerindeki ilkel tortu onları geride tutardı.
Zamanla insanlar bu içsel yolculuğun büyüsünü unuturdu. Dünyanın gelip geçici oyunlarına kapılır, ellerinden kayıp gidecek şeyler için kaygılar üretirlerdi.
Oysa dünya sürekli değişen bir pazar yeri gibiydi.
Bugün ışıldayan yarın sönükleşir, bugün sağlam duran yarın savrulup giderdi. Nice ruh yeryüzünden sessizce gelip geçmişti, rüzgâr onların adlarını bile taşımaz olmuştu.
Ve derlerdi ki insan ruhu bir ağacın yaprağına benzer. Karanlığın içinden sessiz bir filiz gibi doğar, sonra ışığı tanır ve büyürdü. Mevsimler döndükçe rengi değişirdi.
Tam da bu döngünün içinde bir başka dönüşüm daha yaşanırdı. Kasım yavaşça aralığa açılırken yılın son günleri yaklaşır, karın ilk adımları görünür, ağaçlar soyunur, insanlar sıkı sıkı giyinmeye başlardı. Biz üşürken tabiat sanki en sade haliyle dinginleşir, dallarından köklerine kadar karın ve yağmurun toprağa ulaşmasına yol verirdi. Doğa sanki derin bir uykuya hazırlanır, insan ise bu sessizliğin içinde kendi içindeki kışa doğru ilerlerdi.
Sonra bir gün yaprak dalından kopar, rüzgârın kucağında toprağa inerdi. Kimileri güneşe uzandıkları günleri hatırlardı kimileri savruldukları anların serinliğini. Fakat sonunda hepsi başladığı yere dönerdi. Çünkü hiçbir hikâye kökünü unutmaz. İnsanın hikâyesi de böyle tamamlanır.
MUSA AŞKIN