İnsan tek bir yüz değildir. Bir aynaya bakarsınız, tek bir görüntü görürsünüz ama o görüntünün ardında binlerce duygu, binlerce hikâye vardır. Bir denize kıyıdan bakan yalnızca dalgaları görür, göğe yansıyan yüzeyini görür. Ama içine dalan, derinlerde saklanan sırları keşfeder. İnsan da böyledir. Çünkü herkesin gözünde farklı görünürüz. Bir anne için evlat, bir çocuk için kahraman, bir dost için sırdaş, bir yabancı içinse yalnızca geçen bir gölgedir insan. O yüzden başkasının dilinden duyulanlar eksiktir, yarımdır. Asıl hakikat, insanın kendi kalbinden yükselen sestedir.
Hayatta eleştiriler hep olur. Kimi sizi kusurlu bulur, kimi hatalarınızı konuşur. Oysa insan yalnızca yanlışlarından ibaret değildir. Kusurlar, aslında bir yük değil; bizim eşsizliğimizin işaretleridir. Bir ağacın gövdesindeki çatlak, o ağacın çürüdüğünü değil; yıllara, rüzgârlara, fırtınalara direndiğini gösterir. İnsan da böyledir: Yaralarıyla, eksikleriyle, kırıklarıyla aslında daha bütündür. Ama çoğu kişi, bütünün ardındaki gerçeği göremez.
İnsan herkese aynı değildir. Her ilişkide farklı bir yanımız açığa çıkar. Birine sabır, diğerine öfke, birine merhamet, diğerine mesafe… Bu değişkenlik bir zayıflık değil; insanın çok katmanlılığının kanıtıdır. Bu yüzden hakikati öğrenmek isteyen, sizi başkasından değil, sizden dinlemelidir. Çünkü resmin bütününü yalnızca siz taşırsınız.
Kendi gerçeğini başkalarının aynasında arayan, hep eksik kalır. Başkalarının anlattığı siz, yalnızca bir gölgedir. Ama kendi yüreğinize dönüp baktığınızda, işte orada gerçek siz saklıdır. “Beni benden öğren” sözü, aslında bir çağrıdır: Kendi hakikatini sahiplenmeye, kendi hikâyeni kendi sesinle anlatmaya çağrı.
İnsan, başkalarının sözleriyle değil, kendi hakikatiyle var olur. Ve herkese aynı olmamak, bir eksiklik değil; içimizde taşıdığımız derinliğin işaretidir. Çünkü sen, başkalarının tanımladığı kişi değil; kendi kalbinin derinliklerinde yaşayan, kendi hikâyesini taşıyan kişisin.