
Kelime dağarcığımız fakir olduğu için hayatta başımıza gelen pek çok şey isimsiz kalır.
Bu kare, işte o isimsiz kalmasın diye yazıyorum
Dakar’a 30 km uzaklıkta bulunan Retba Gölü (Lac Rose), dünyada eşine az rastlanan doğal mucizelerden biri.
Güneşin ışıklarıyla pembe ve mor arasında değişen rengiyle görenleri büyülüyor.
Bu olağanüstü renk, gölde yaşayan Dunaliella salina adlı alglerden geliyor.
Yüksek tuzluluk sayesinde ışık kırılıyor ve göl, adeta pamuk şeker pembesi bir tabloya dönüşüyor.
Ama Lac Rose sadece bir manzara değil, aynı zamanda bir emek sahnesi.
Tuz işçileri göle girerken derilerini karité (shea) yağıyla kaplıyor. Çünkü gölün yoğun tuzu, çıplak teni yakıyor.
Eller suya dalıyor, kristaller avuçlanıyor ve yığınlar halinde kıyıya taşınıyor.
Islakken pembe görünen bu tuz tepeleri, güneşte kurudukça beyaza kesiyor.
İşte bu iki renkli görüntü, doğa ile emeğin şiirsel dansı.
Lac Rose’un tuzu sadece sofralara ulaşmıyor; balıkçının ağını koruyor, yola seriliyor, pazara düşüyor,
düğünlerin mutfağına giriyor. Her kristalde biraz güneş, biraz rüzgâr ama en çok da insanın alın teri var.
Bu yüzden bu manzaraya sadece “tuz” demek eksik kalıyor.
Aslında bu, Tuzun Gül Bahçesi.
Pembe tepeler, sanki açmış goncalar gibi…
Retba Gölü bize bir gerçeği hatırlatıyor: Doğa mucizeyi yaratır ama o mucizeye anlamı veren insanın emeğidir.
Ve edebiyat tam da burada devreye girer çünkü kelimeler sayesinde bu manzarayı sadece görmeyiz, hissederiz.
Fotoğrafın gösteremediği yanmayı, suya batıp çıkan ellerin ağırlığını, omuzda biriken güneş izini kelimeler anlatır.
Lac Rose’un rengi mevsimlerle değişir: Yağmur zamanında soluk, kurak mevsimde coşkun.
Ama değişmeyen şey şudur: Suya giren insanların dayanıklılığı, sabrı ve zarafeti.
Ve belki de en doğrusu şudur:
Bu, pembe bir gölde beyaz bir umut; tuzun rengi, emeğin sesi, dünyanın kalbinde küçük bir mucize.
Saye Aşkın