Bazı geceler vardır…Karanlığı kendi isteğinle kapına çağırırsın.
Çünkü bilirsin; gece, insanın içini açar.
Gürültüyü susturur, kalbi konuşturur.
Ve insan çoğu zaman gündüzün ışığında değil, gecenin sessizliğinde büyür.
Gece, acele etmez.Yaralarını hızlandırmaz, kalbini zorlamaz, seni olduğun hâliyle kabul eder.
Belki bu yüzden en ağır düşüncelerin hep gecede gelir;insanın içindeki gölgeler, ancak karanlık olduğunda görünür olur.
Ama bu gecenin bir sırrı vardır:Her karanlık kendi güneşini bekler.
İnsan bazen öyle bir noktaya gelir ki, “Hiç doğmayacak mı?” diye sorar.
Sonsuz gibi duran bir bekleyişin içinde debelenir.Telefon ekranı karanlık, oda sessiz, yürek hem kırık hem umutlu…
Gece aynı soruyu fısıldar:“Ne kadar daha dayanabilirsin?”Aslında dayanmak zorunda değilsin.
Geceyi yenmek zorunda da değilsin.
Bazen sadece oturup beklemek gerekir.
Beklerken kendini dinlemek, yaralarını dürtmeden onların yanında durmak,bir sabah olacak inancını ölmeden taşımak…
Çünkü gece seni tüketmek için değil, seni hazırlamak için gelir.Seni yavaşlatır ki, ışığın kıymetini göresin.
Seni susturur ki, kendi sesini duyabilesin.Seni yalnız bırakır ki, kim olduğunu hatırlayasın.Ve güneş...
Asla habersiz doğmaz.
Sen karanlıkla boğuşurken, için için umudu çöpe atarken,az ileride bir yerlerde,
seni hiç duymadan, senden hiç izin istemeden güneşin hazırlanıyordur.Ağır ağır…
Sakin sakin…Senin görmediğin bir yerden…
Güneşini bekleyen gece aslında bir son değil, bir başlangıcın eşiğidir.
Bitti sandığın yerden yeni bir ışık doğar.Kayboldum dediğin anda yönün belirir.
“Olmuyor” diye ağladığın şey, bir anda “İyi ki böyle olmuş”a dönüşür.O yüzden bugün, içini daraltan o geceyi küçümseme.
Gölgeni çoğaltan o karanlığı düşman belleme.Belki de bu gece, senin yeni güneşinin doğum sancısıdır.
Ve bil ki…
Bazı sabahlar, sadece çok yorulmuş gecelerin ardından gelir.Sen yeter ki yürümekten vazgeçme.
Yeter ki karanlığı karanlıkla değil, umutla izle.Çünkü herkesin hayatında bir gece vardır.
Ve herkesin hayatına bir güneş mutlaka doğar.