Hayat, çoğu zaman bize aynalarla yaklaşır.
En çok kaçtığımız şeyler, dönüp dolaşıp karşımıza çıkar.
Birine kızarız, bir duygumuzu reddederiz, bir hatayı görmezden geliriz.
Zannederiz ki görmezden geldikçe yok olacak.
Oysa tam tersi olur: Direndiğimiz şey, görünmez iplerle bize bağlanır, nefes aldığımız her yerde kendini hissettirir.
Ne kadar “bunu istemiyorum” desek, o kadar varlığını sürdürür.
Çünkü direnç, enerjiyi besler.
Korkuya, öfkeye, pişmanlığa direndikçe onları zihnimizin ve bedenimizin içinde büyütürüz.
Sanki elimizle sürekli suladığımız bir yabani ot gibi…
Peki çözüm nerede? Çözüm, kabullenmenin yumuşaklığında saklıdır.
Kabul etmek, teslim olmak değildir.
Vazgeçmek, onaylamak ya da boyun eğmek de değildir.
Kabul, olanı olduğu haliyle görmektir.
“Evet, bu var. Benim hayatımda böyle bir duygu, böyle bir olay, böyle bir acı var.” diyebilmektir.
İşte o anda direnç çözülür, enerji akmaya başlar.
Bir duyguyu kabul ettiğinde, onu dönüştürme gücü de açığa çıkar.
Ağrını kabul ettiğinde bedenin şifaya yaklaşır.
Kederini kabul ettiğinde kalbin yumuşar.
Geçmişini kabul ettiğinde geleceğin özgürleşir.
Kabul, zihnin prangalarını anahtar gibi açar.
Aslında hayat bizden mükemmel olmamızı istemiyor.
Sadece içimizdeki direnci bırakmamızı istiyor
. Çünkü direndiğin şey sana ait değildir, senin akışına ait değildir.
Sen akışsın; kabul ettiğin anda yeniden su gibi, nefes gibi, ışık gibi olursun.
O yüzden bazen yapılacak en büyük eylem, hiçbir şey yapmamaktır.
Sadece durup, “Evet, bu da var.” diyebilmektir. İşte o anda hayatın düğümleri bir bir çözülür.
Eğitmen-Yazar-Nefes Koçu
Nimet Ünal Mızraklı