Dışarısı gürültülü. Kimi zaman bir savaş meydanı, kimi zaman bir tiyatro sahnesi. İnsan ilişkileri, hayal kırıklıkları, yorgunluklar, bitmek bilmeyen beklentiler… Dünya, her gün değişen renkleriyle gözümüzü kamaştırırken, içimizdeki sessiz odalar bazen unutulmaya yüz tutuyor. Oysa insanın en güçlü sığınağı, en güvenli limanı, en değişmez dayanağı, kendi iç dünyasıdır.
Dış dünya bizden sürekli bir şeyler alır; sabrımızı, neşemizi, inancımızı… Bazen bizi öylesine tüketir ki, geriye kalan kırık dökük parçalarla hangi yöne gideceğimizi bile bilemeyiz. İşte tam da o anlarda, insanın kendine dönebilmesi gerekir. Bir iç sese kulak verebilmek, içindeki suskun bahçeye adım atabilmek… Çünkü orası bizim en saf, en gerçek halimizdir.
Bir kâğıt ve kalemin başında derin bir nefes alıp yazdıklarımız, yalnızlığımızı yumuşatan bir kitap sayfası, bir melodiyle içimizde yükselen dalga… Bunlar hep iç dünyamızın sesleridir. Bizi biz yapan, kalabalığın içinde kaybolmamamızı sağlayan şey de budur.
Zaman zaman insanlar, kendinden kaçmayı marifet sayar. Sesleri çoğaltarak içindeki sessizliği bastırmaya çalışır. Oysa insanın asıl sığınağı kalabalıklar değil, kendi içindeki o derin yalnızlıktır. Kendi iç dünyasında huzur bulabilen, dışarıdaki fırtınalarda savrulmaz. Kendiyle barışabilen, başkalarının savaşına yenilmez.
Kendi içimize dönebildiğimizde fark ederiz ki, dış dünyanın onayına ya da kaosuna bağımlı değiliz. Kendi iç dünyasını keşfetmiş bir insanın sırtı yere gelmez, çünkü orada saklı bir güç, kimsenin dokunamayacağı bir özgürlük vardır. Ve o özgürlük, dış dünyanın hiçbir baskısıyla yıkılamaz.
Belki de en büyük devrim, kendi iç dünyamıza doğru yaptığımız sessiz bir yolculuktur. Bu yüzden ne olursa olsun, kendimizi dinlemeyi, içimizdeki odalara ışık yakmayı unutmamalıyız. Çünkü ne kadar fırtına koparsa kopsun, en sağlam sığınak yine kendi içimizdir.
Nimet Ünal Mızraklı
@nisanrain