29 Ekim 1923 sabahı…
Aradan tam yüz iki yıl geçti.
O ilk sabahın cumhuriyete uyanan bebekleri, sokak aralarında koşturan çocukları, gençleri, yaşlıları çoktan göçtü bu dünyadan.
Artık yoklar. Beraber bakalım mı onlara?
Niceydi halleri?
Emin olun o sabah uyandıklarında hala yorgun; onca kaybın, onca yokluğun ardından hala bitkindiler.
Toprak hala barut kokuyordu.
Eksikti evler, yarımdı sofralar.
13 milyonluk nüfusun 11 milyonu köylerde yaşıyordu.
Traktör, biçerdöver ülkede yoktu. Karasabanla tarım yapılıyordu.
Bebek ölüm oranları çok yüksek; üstelik tifo, verem, tifüs gibi salgın hastalıklar yaygındı.
O dönemin kayıtlarında 554 doktor, 4 hemşire, 136 ebe görünüyordu ve 40 bin köy vardı.
O 40 bin köyün yalnızca 3 bini okulluydu. Zaten okul yaşı gelen çocukların dörtte üçü okula gitmiyordu.
Öğretmen sayısı 12 bindi, üstelik bu öğretmenlerin üçte biri doğru dürüst öğretmenlik eğitimi alamamıştı,
çünkü ülkede bir üniversite mevcuttu, fakülte sayısı ise 9’du.
Medreselerde Türkçe eğitim verilmiyordu. Bilim, sanat, spor ülke insanından fersah fersah uzaktı.
Ülke yüzyıllardır devam eden savaşlar yüzünden harap durumdaydı.
Tamamen yakılmış, talan edilmiş köy sayısı 1000’in üzerindeydi.
Evet orada, uzakta bir köy vardı, o köy bizim köyümüzdü.
Ama o köy okulsuz, sağlık ocaksız, yolsuz, öğretmensiz, ebesiz ve doktorsuzdu.
Fabrikalar ve üretim merkezlerinin tamamı yabancılara aitti.
Osmanlı’dan kalan 4 fabrika dışında elimizde bir şey yoktu.
Evet, şimdilerde kimilerinin dudak büküp yalanladığı şey doğruydu; iğne bile üretecek durumda değildik.
Bize ait bir metre demiryolu, ticari bir liman, işlettiğimiz bir madenin bile olmadığı bu devasa köyde sadece 3 şehir elektrik kullanabiliyordu.
Onu da sadece 50 kilovatsaat üretebiliyorduk.
Kadın?
Kadın hem vardı hem yoktu.
Boşanma hakkı olmayan, mirastan eşit pay alamayan, eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanamayan kadın evdeydi.
Okulda, hastanede, işyerlerinde, üretimde kısaca ,dış dünyada,yoktu.
Ve cumhuriyetin ilan edildiği o sabah, yüzünü yıkayıp aynaya bakan -o kadının- “seçme ve seçilme hakkı” aklına gelebilecek belki de en son şeydi.
O günün sabahında kahvede oturanların “saat kaç oldu birader?”
sorusuna verebilecekleri tek ortak yanıtları yoktu. Alafranga saatlerle alaturkalar ölümüne kapışırdı.
Ortak bir takvim, kabul edilmiş ortak bir zaman dilimini paylaşmıyorlardı.
Kimi hicri, kimi rumi takvimi kullanıyordu.
Saatlerini ayarlayacak bir enstitü de henüz kurulmamıştı.
Okuryazarlık oranı yüzde 10’du. İbrahim Müteferrika’nın matbaayı kurmasından itibaren
o güne kadar geçen zamanda sadece 417 kitap basılmıştı.
Erkeklerin % 17,4'ü ve kadınlarda % 4,6'sı okuma yazma bilmekteydi.
Kuvvetle ihtimal ki, basılan bu dört yüz küsur kitap da okunmadan kaderlerine terkedilmişti.
O gecenin sabahına işte böyle uyandı halk.
Emperyalizmin kendine biçtiği kefeni giymeyi reddeden,
–Rumeli’nde, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Kafkaslar ’da, Yemen’de,
Sakarya’da- birçok cephede defalarca ölüp,
küllerinden yeniden doğan bir kanadı kırık Anka, Atatürk’ün yüce gönüllü, kahraman, vefakâr milleti…
Yaşamanın en güzelini hak eden yurdum insanı, bizim insanımız böyle açtı gözünü.
Cumhuriyet’ten henüz habersiz.
Barış içinde, medeni ülkeler seviyesinde, refah günlerden,-Cumhuriyet yüzyılından-mucizeden habersiz…
Sonra yürekten yüreğe, gür sesle haberdar ettiler birbirlerini.
Duymayan kalmadı.
“Cumhuriyet ilan edildi, Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet’i ilan etti!”
O sabah Cumhuriyet yüzyılı böyle başladı dostlar.
Bir emir gibi değil, bir nefes gibi. Su aktı, yolunu buldu…
Yavaş ama kendinden emin…
Bir kız çocuğu köyden şehre yürüdü.
Okudu, seçti, seçildi, çalıştı, üretti. Bir delikanlı tarladan çıkıp mühendis, bilim insanı oldu.
Bir kadın, bir erkekle omuz omuza çalıştı. Bir millet yeniden doğdu.
O sabahın insanı yok artık. Ama biz varız.
Bize bırakılan emanetimiz, aydınlık yarınlarımız var.
Her 29 Ekim sabahı aynı ışıkla, aynı sevinçle, aynı umut ve kararlılıkla yeniden ve yeniden şükran ve minnetle uyanıyoruz.
Nice yüzyıllara Cumhuriyet.
Sen çok yaşa Cumhuriyet!
Şu kısa ansiklopedik bilgi de burada dursun.
Cumhuriyet’i daha iyi anlamak için faydalı olabilir.
Cumhuriyetin eğitim devrimi sonrası okul, öğrenci ve öğretmen sayılarında olağanüstü artışlar oldu.
Örneğin, 1923’te 4.894 olan ilkokul sayısı, 1940’ta 10.596’ya çıktı.
1923’te 72 olan ortaokul sayısı 1940’ta 283’e çıktı.
1923- 1940 arasında ilkokulda okuyan öğrenci sayısı yaklaşık
342 binden 956 bine, ortaokullarda okuyan öğrenci sayısı yaklaşık
6 binden 95 bine, liselerde okuyan öğrenci sayısı 1.241’den 25 bine çıktı.
Mesleki ve teknik okul sayısı 64’ten 103’e, buralardaki öğrenci sayısı da yaklaşık
6 binden 20 bine çıktı. 1923’te ülkede sadece 9 yüksekokul varken bu sayısı 1940’ta 20’ye çıktı.
Yükseköğretimde yaklaşık 3 bin olan öğrenci sayısı da 13 bine çıktı.
(Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.3, s.666)