Haftanın Kelimesi:Nasip
Nasip mi, Bahane mi?
Nasip... İnsanın elinden kayanla, elinde kalan arasındaki ince çizgi…
“Nasip” Arapçadan bize yürüyüp gelmiş bir kelime. Kökünde “pay, hisse, başa düşen” anlamı var. Yani en başta gökten inen bir yazgıyı değil, insana düşen bir paydan söz ediyor. Sofradaki ekmeğin dilimi gibi, herkesin hakkına düşen bir parça…
Zamanla bu kelime, bizim dilimizde daha derin, daha kaderci bir hâl almış. “Kısmet” demişiz, “alın yazısı” demişiz, hayatı bazen tevekkülle, bazen çaresizlikle karşılamanın adı yapmışız. Böylece Anadolu insanının en sık kullandığı üç kelimeden biri olmuş: nasip. İç sesimiz de diyebiliriz; zoraki bir kabulleniş hâli de. Elimizde tuttuğumuz boynu bükük, içi buruk, uçmaya cesareti olmayan kanadı kırık bir kuş…
Öyle çok alışmışız ki istediğimiz şeyin olmamasına... Örneğin bir olay olur. Öyle üzülürüz ki adeta ciğerimiz sökülür. Heves etmişiz, çok istemişiz, herkesten ve her şeyden çok istemişiz, ama olmamış. Herkes payını almış, herkese dağıtılmış, bize kalmamış. Ne diyeceğiz ki? “Nasip değilmiş.” Bu kadar kolay, bu kadar çabuk çıkar ağzımızdan.
Atmaya niyet ettiğimiz her adıma “nasip” damgasını vuruyor, koca ömrü nasip diye diye geçiriyoruz. Her durumda şuna inanmak istiyoruz; Yeryüzünde bizi bekleyen, henüz bize ulaşmamış, boşlukta dönüp duran, bizim için var edilmiş armağanlar var. Ve o armağanlar bir gün mutlaka bize ulaşacak, bize sonsuz mutluluğu taşıyacak. Küçüklü büyüklü, görünür görünmez nice hediyeler...
Çok ama çok büyüleyici bir düşünce gibi gelse de bu büyü,-bu şartsız teslimiyet hali- asla bozulmuyor,eli hep üstümüzde. Yüzyıllardır söylenip duran bir halk türküsünün sözleri gibi, kulaklarımızda aynı şekilde çınlıyor:
“Nasipse gelir Hint’ten, Yemen’den; nasip değilse ne gelir elden?”
Oysa hep elden kayıp gidiyor;hayaller,umutlar,başka bir şekilde yaşayabilme şansı ve daha nicesi…Farkında değiliz.Sonrası ise artık çok geç dediğimiz yer.Dönülmez zamanlar bahçesi.
Gerçekten nasipten öte bir yol yok mu diye sormak istiyorum.
Patates almak için girdiğin marketten tava alarak çıkıyorsan, “tava” mı nasibin? Kalmak yerine gitmeyi seçtiysen, “yol” mu kaderin? Düşünmek ve sorgulamak lazım: Neyi ne kadar istedin de nasibin olmazlığına sığınıyorsun? Çalıştın mı? Savaştın mı? Uğraştın mı?
Öyle görünüyor ki aslında “vazgeçtiklerimiz” bizim nasibimiz. Uzaklarda ararken yakınlarda yitirdiklerimiz… Bahanelerimiz, korkaklığımız, tercihlerimiz, seçimlerimiz…
Kader, isteklerimizi hep elimizin yetişemediği dallara asıyor. Ve nasip, tam orada; ulaşmak için çaba göstermemiz gereken, sabırla beklememiz gereken bir meyve gibi duruyor. Biz ise o meyve masallardaki gibi başımıza tak diye düşsün istiyoruz; hiç uğraşmadan, konfor alanımızdan çıkmadan, yara almadan...
Oysa hayat, nasibine düşeni kabullenenden çok, nasibinin peşine düşeni seviyor.
Bu coğrafya insanına şöyle seslenmek istiyorum.
Kader, “kederiniz” değil dostlar.Daha mutlu,umutlu,adaletli bir yaşam hep var.
Kısaca hayat nasipcilere değil, cesurlara güzel.
Bir bahaneniz yoksa haftaya bu köşede yeniden buluşmak üzere hoşça kalın…