Hatice Meriç Doruk
Köşe Yazarı
Hatice Meriç Doruk
 

YENİ NESİL TRAVMA

Eskiden insanlar savaş atlatır, evini kaybeder, kıtlık görür, yine de “şükür, yaşıyoruz” derdi. Şimdi kahve soğuyunca “travmam tetiklendi” diyoruz. Kelimeler, tıpkı sosyal medyadaki filtreler gibi, anlamını değiştiriyor. “Travma” da bunlardan biri. Bir zamanlar doktorların, terapistlerin, psikiyatrların ciddiyetle telaffuz ettiği bu kelime, günlük hayatta her yerde, story’lerde dolaşıyor: “Travmamı iyileştiriyorum.” Kimi yoga matında, kimi Bali’de, kimi ise kırmızı odaların kapısında iyileşmeye çalışıyor. Zihin rahatlatmanın binbir yolu var artık. Ve nedense hepsi aynı cümleyle başlıyor: “Kendimle yüzleşme yolculuğundayım.” Elbette herkesin acısı da travması  kendine. Ama bu -acıların çocuğu- bolluğunun arasında, gerçekten yara almış insanların sesi sanki biraz kısık çıkıyor. Savaşın ortasında bir çocuğun  duyduğu,gördüğü ile bir yetişkinin sevgiliden “görüldü” yediğinde hissettiği şey aynı sepete konuluyor: travma. Bir şeyin anlamı çoğaldıkça, derinliği azalıyor galiba. Eskiden insanlar travmalarını adlandıramazdı; şimdi adlandırıyor ve bazen bu fazla kolay olabiliyor. Sanki yaşamak, biraz olsun sarsılmadan mümkün değilmiş gibi. Oysa hayat, kendi içindeki küçük kırılmalarla zaten bir tür terapi seansı. İnsan düşe kalka,sarsıla sarsıla büyüyor. Ama büyümenin yerini “iyileşme süreci” aldı. Artık herkes “healing” modunda; kimse “öğrenme” modunda değil. Belki de sorun kelimenin kendisinde değil, bizde. Travmayı bir kimlik, bir aksesuar gibi taşıyoruz. Profil açıklamalarına bile yazılıyor: “Anksiyetesiyle barışık, travmalarını dönüştürmüş biri.” Bir zamanlar gizlenen duygular, şimdi etiketle parlıyor. Görünürlük çağı bu: görünmeyen yaraların bile “paylaş” butonu var. Ama ironik olan şu: Bu kadar “farkındalık” arasında, gerçekten gerçek dertlerimizin farkında mıyız? Yoksa sadece trendin içinde mi yüzüyoruz? Travmayı anlamak, onu ilan etmekten daha zor. Çünkü gerçek travma sessizdir. Sesini duyurmak için bağırmaz; gece uykuna sızar, gündüz kahkahanın arasına karışır. O, “story” değil, “silinmeyen hikâye”dir. Belki de travmadan çıkış, sürekli ondan bahsetmekte değil; bazen sessizce yaşamakta, bazen başkasının travmasına yer açmakta gizli. Biraz eski usul bir şefkat, biraz da denge,öz benlik,değer gerek. Anne babaların şu meşhur repliği kulaklarınızda yankılandı değil mi?"Bizim zamanımızda yoktu bu travma?" Sanırım travmayı değil, insanı konuşmanın zamanı belki de. Çünkü en derin yaralar, “travma” kelimesinin bu yüzeysel kullanılmasında saklı. Empati duygumuzu kaybettikçe içimizde saklı ruhani yaralarımıza sarılıyor,her türlü mutsuzluğumuza,korkaklığımıza,cesaretsizliğimize travma kulpu takmaya çalışıyoruz. Sahi bundan yıllar yıllar sonra alfa kuşağı çocuklar geçmiş travmalarını nasıl anlatacaklar? "Düşünebiliyor musunuz bir keresinde annem muzu soymadan elime verdi.O anı unutamıyorum." "Öğretmen bir soru sordu ve cevabı sen verebilirsin,dedi.Şok geçirdim." "Arabaları olduğu halde ailem beni okul servisine verdiler.Servis!Dayanılmazdı." Siz ne dersiniz?
Ekleme Tarihi: 17 Ekim 2025 -Cuma

YENİ NESİL TRAVMA

Eskiden insanlar savaş atlatır, evini kaybeder, kıtlık görür, yine de “şükür, yaşıyoruz” derdi. Şimdi kahve soğuyunca “travmam tetiklendi” diyoruz.
Kelimeler, tıpkı sosyal medyadaki filtreler gibi, anlamını değiştiriyor. “Travma” da bunlardan biri.
Bir zamanlar doktorların, terapistlerin, psikiyatrların ciddiyetle telaffuz ettiği bu kelime, günlük hayatta her yerde, story’lerde dolaşıyor: “Travmamı iyileştiriyorum.”
Kimi yoga matında, kimi Bali’de, kimi ise kırmızı odaların kapısında iyileşmeye çalışıyor.
Zihin rahatlatmanın binbir yolu var artık. Ve nedense hepsi aynı cümleyle başlıyor: “Kendimle yüzleşme yolculuğundayım.”
Elbette herkesin acısı da travması  kendine. Ama bu -acıların çocuğu- bolluğunun arasında, gerçekten yara almış insanların sesi sanki biraz kısık çıkıyor.
Savaşın ortasında bir çocuğun  duyduğu,gördüğü ile bir yetişkinin sevgiliden “görüldü” yediğinde hissettiği şey aynı sepete konuluyor: travma.
Bir şeyin anlamı çoğaldıkça, derinliği azalıyor galiba.
Eskiden insanlar travmalarını adlandıramazdı; şimdi adlandırıyor ve bazen bu fazla kolay olabiliyor.
Sanki yaşamak, biraz olsun sarsılmadan mümkün değilmiş gibi.
Oysa hayat, kendi içindeki küçük kırılmalarla zaten bir tür terapi seansı.
İnsan düşe kalka,sarsıla sarsıla büyüyor.
Ama büyümenin yerini “iyileşme süreci” aldı.
Artık herkes “healing” modunda; kimse “öğrenme” modunda değil.
Belki de sorun kelimenin kendisinde değil, bizde.
Travmayı bir kimlik, bir aksesuar gibi taşıyoruz.
Profil açıklamalarına bile yazılıyor: “Anksiyetesiyle barışık, travmalarını dönüştürmüş biri.”
Bir zamanlar gizlenen duygular, şimdi etiketle parlıyor.
Görünürlük çağı bu: görünmeyen yaraların bile “paylaş” butonu var.
Ama ironik olan şu: Bu kadar “farkındalık” arasında, gerçekten gerçek dertlerimizin farkında mıyız?
Yoksa sadece trendin içinde mi yüzüyoruz?
Travmayı anlamak, onu ilan etmekten daha zor.
Çünkü gerçek travma sessizdir.
Sesini duyurmak için bağırmaz; gece uykuna sızar, gündüz kahkahanın arasına karışır.
O, “story” değil, “silinmeyen hikâye”dir.
Belki de travmadan çıkış, sürekli ondan bahsetmekte değil; bazen sessizce yaşamakta, bazen başkasının travmasına yer açmakta gizli.
Biraz eski usul bir şefkat, biraz da denge,öz benlik,değer gerek.
Anne babaların şu meşhur repliği kulaklarınızda yankılandı değil mi?"Bizim zamanımızda yoktu bu travma?"
Sanırım travmayı değil, insanı konuşmanın zamanı belki de.
Çünkü en derin yaralar, “travma” kelimesinin bu yüzeysel kullanılmasında saklı.
Empati duygumuzu kaybettikçe içimizde saklı ruhani yaralarımıza sarılıyor,her türlü mutsuzluğumuza,korkaklığımıza,cesaretsizliğimize travma kulpu takmaya çalışıyoruz.
Sahi bundan yıllar yıllar sonra alfa kuşağı çocuklar geçmiş travmalarını nasıl anlatacaklar?
"Düşünebiliyor musunuz bir keresinde annem muzu soymadan elime verdi.O anı unutamıyorum."
"Öğretmen bir soru sordu ve cevabı sen verebilirsin,dedi.Şok geçirdim."
"Arabaları olduğu halde ailem beni okul servisine verdiler.Servis!Dayanılmazdı."
Siz ne dersiniz?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rotayonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.