Hayatım boyunca gitmeyi hayal ettiğim o yer artık sadece bir düş değil…
Karadeniz yollarında ilerlerken yalnızca şehirleri değil, içimde biriktirdiğim yılların özlemini de adım adım geçiyorum. Bu yolculuk, yalnızca coğrafi bir rota değil; kalbimin derinliklerine, geçmişime ve hayallerime yapılan bir yolculuk…
Kastamonu ile Başladı Her Şey
İlk durağım Kastamonu’ydu.
Hababam Sınıfı’nın yazılmasına ilham olan o meşhur lisenin avlusunda yürürken, Yeşilçam’ın neşeli ama bir o kadar da disiplinli havası doldu içime.
O sıralarda hâlâ geçmişin nefesi vardı sanki.
Tarihin içinde yürümek değil, onunla birlikte nefes almaktı bu.
O taş duvarlar, eğitimle yoğrulmuş genç ruhların izlerini taşıyordu.
Samsun’da Bir Ulusun Doğuşu
Sonra Samsun’a vardım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Bandırma Vapuru ile ayak bastığı o kutsal topraklardaydım.
Vapurun içindeki küçücük, basık odada dururken içime bir hüzün çöktü.
Orada, o daracık alanda bir milletin yeniden doğduğunu, kaderimizin yeniden yazıldığını bilmek…
Gözyaşlarım süzüldü sessizce.
O günün cesareti, bugünün bağımsızlığıydı.
Minnetle, duayla, gururla eğildim tarihin önünde.
Ordu: Doğanın Aşk Hali
Sonraki durak Ordu…
Yeşille mavinin el ele tutuştuğu, doğanın gökyüzüyle dans ettiği büyülü bir şehir.
Sanki dağlar ve deniz sevdalı iki yürek gibi…
Her sabah birbirinin gözlerinde uyanıyorlar.
O eşsiz manzara, insanın içindeki bütün karmaşayı susturuyor.
Doğanın şefkatli kollarında kaybolmak gibiydi.
Sümela Manastırı: İmkânsızın İmkânla Yazılması
Ve Sümela Manastırı…
Dağların koynunda, kayaların içine oyulmuş bir inanç abidesi.
O sarp yamaçlarda, o zorluklar içinde böylesine görkemli bir yapının inşa edilebilmiş olması bana “İmkânsız diye bir şey yok!” dedirtti.
Sanki “imkânsız” kelimesi, başındaki “imkân”ı hatırlatıyor gibiydi.
Fresklerdeki yüzler, dualar, sessiz ama güçlü bir inancı anlatıyordu.
Gürcistan Batum: Aşk ve Işığın Şehri
Gürcistan’ın Batum şehri ise modernliğin ve romantizmin harmanlandığı bir başka dünya…
Binaların ihtişamı, gece ışıklarla bezendiğinde adeta büyülüyor insanı.
Ve Ali ile Nino’nun birleşip ayrılan heykeli…
Zamana meydan okuyan bir aşk hikâyesi…
Fakat ne yazık ki giriş-çıkışlardaki yoğunluk, kalabalık ve karmaşa, bu büyünün etkisini zaman zaman gölgeliyor.
Amasya: Sessiz Bir Romantizm
Amasya’da ise gecenin sessizliğinde dağlara ve evlere yansıyan kırmızı ışıklar, adeta bir masal sahnesi yaratıyor.
Şehrin dokusu, tarihî evlerle örülmüş bir aşk mektubu gibi…
Camilerin sade ama etkileyici mimarisi, şehrin ruhuna zarifçe dokunuyor.
Giresun ve Yaylalar: Toprağın Hediyesi, Gökyüzünün Dansı
Giresun’da toprağından fındık almak, yalnızca alışveriş değil; bereketle el sıkışmak gibi…
Toprağın emeğini avuçlamak…
Ve yaylalar…
Sanki gökyüzüne biraz daha yaklaşıyorsun.
Bulutların üzerinde yürümek gibi…
Yeşilin, serinliğin ve özgürlüğün iç içe geçtiği bir başka evren.
Doğanın dansı, insanın içindeki çocuğu uyandırıyor.
Ve Dönüş...
Her yolculuğun bir vedası vardır…
Ama Karadeniz’e veda etmek, bir sevdiğinden ayrılmak gibi.
Kalbimin bir köşesini orada bırakarak döndüm.
Ah Karadeniz…
Cilveli, yaramaz bir kız çocuğu gibi…
Kimi zaman kahkahalar attırıyor, kimi zaman usulca gözlerini dolduruyor.
Ama her hâliyle unutulmaz izler bırakıyor.
Bu topraklara ömrünüzde en az bir kez yolculuk edin.
Sadece doğayı değil; bir milletin ruhunu, tarihin sesini ve kalbinizin derinliklerini keşfedeceksiniz.
Sevgi ve saygılarımla,
Raziye Gökbudak