Bir çocuk düşün...
Gözlerini yeni bir dünyaya açıyor.
Tanımadığı sesler, şekiller, insanlar...
Ve zihninde beliren ilk soru:
“Bu ne?”
İşte o ilk soruyla başlar insanın kendini arayışı.
Soru sormak, aslında kendine açılan kapının anahtarıdır.
Zamanla büyürüz.
Ama zihnimizdeki sorular da bizimle birlikte büyür:
“Ben kimim?”, “Gerçekten ne istiyorum?”, “Buraya neden geldim?”
Ne yazık ki çoğu zaman bu soruları bastırırız.
Yoğun yaşam, beklentiler, korkular derken…
Kendimizi sustururuz.
Oysa cevaplar hep içimizdedir.
Tek ihtiyacımız olan: Sormaya cesaret etmek.
Her "neden?" sorusu bir katmanı kaldırır.
Yüzeyde değil, derinde yanıtlar gizlidir.
Danışanlarımla yaptığım seanslarda fark ettiğim en güçlü dönüşüm,
Sorunun kalpten geldiği ve cevabın samimiyetle arandığı andır.
Bazen tek bir soru bile yıllardır taşınan bir yükü hafifletir.
Bazen bir "neden?" insanı en karanlık dehlizlerinden çıkarır.
Çünkü soru, uyanıştır.
Soru, silkelenmektir.
Ve bazen soru, iyileştirir.
İçsel huzur, başkalarının değil, kendi cevaplarımızın ardından gelir.
Yol bellidir:
Sessiz kal, sor...
Ve duy kalbin sana ne fısıldıyor.
Şimdi kendine sor:
Hayatını gerçekten sen mi yaşıyorsun?
Yoksa birilerinin yazdığı senaryoda sadece figüran mısın?
Hangi duygunun, hangi korkunun ya da hangi kırgınlığın tutsağısın?
Ve en önemlisi...
Hangi soruyu yıllardır sormaktan kaçıyorsun?
Cevapları aramaktan korkma.
Kendine dürüstçe bakabilen, dünyayı da değiştirebilir.
Çünkü dünyayı değiştirmek, önce kendini fark etmekle başlar.
Ve her fark ediş… bir şifa tohumudur.
Unutma:
Bazı sorular vardır, duyulduğu anda iyileştirir.
Sevgili şefkat ve şifa ile,
Not: Bu yazı, içsel farkındalık yolculuğuna bir davet niteliğindedir.
Raziye Gökbudak