Bir zamanlar göz göze bakarken kalbi yerinden çıkan insanlar, nasıl oluyor da bir gün aynı masanın etrafında gözlerini kaçırarak suskunlukla oturuyor? Uğruna hayaller kurulan, kavuşma arzularıyla yanıp tutuşulan, binbir emekle kurulan evlilikler neden artık mahkeme salonlarında soluklanıyor?
Neden mi? Ego çatışmaları, "biz" olma bilinci yerine "ben" duygusunun ağır basması, henüz evliliğin yükünü kaldıramayacak bireylerin “nasıl olsa olur” diyerek yuva kurmaya kalkışması… Maddi sıkıntılar, empati eksikliği, dijital bağımlılık, hızlı tüketim kültürü, iletişimsizlik, duygusal zeka eksikliği ve sabırsızlık… Liste uzayıp gidiyor.
Oysa bir zamanlar sabır bir erdemdi. Şimdi ise "kendini ezdirme" sloganları altında en küçük anlaşmazlıkta yollar ayrılıyor. Oysa sabır, her şeye boyun eğmek değil; çözüm bulana kadar mücadele etmektir.
Bilimsel olarak da biliyoruz ki:
Uzmanlar, çiftler arası empati kurmanın serotonin ve oksitosin gibi bağ kurucu hormonları artırdığını, çatışmaları yatıştırdığını söylüyor.
İletişim terapistleri, her bireyin “Ben dili” yerine “Seninle bu durumu birlikte aşmak istiyorum” gibi “biz” dilini kullanmasının ilişkide bağları güçlendirdiğini belirtiyor.
Aile terapistlerine göre düzenli olarak çift terapisi ya da evlilik danışmanlığına gitmek, boşanma riskini %40 oranında azaltıyor.
Duygusal zeka düzeyi yüksek bireylerin, evlilikte daha fazla uzlaşmacı ve destekleyici oldukları kanıtlanmıştır.
Elbette kimse şiddete, ihanete, aşağılanmaya katlanmak zorunda değil. Ama eğer evlilikte ne şiddet ne de aldatma yoksa; geri kalan her şeye çare bulunabilir. Yeter ki geçinmeye gönül olsun.
Ne yazık ki günümüzde tahammül sınırları daraldı. İnsanlar en küçük anlaşmazlıkta ilk kaçış yolunu boşanma olarak görüyor. Oysa her boşanmanın arkasında, bir tarafı annesiz ya da babasız büyüyen eksik kalmış çocuklar oluyor. Gözleri anne-baba sevgisiyle parlaması gereken minik yürekler, çoğu zaman duygusal yüklerin ortasında savruluyor.
Bu nedenle artık evlilik öncesi bilinç şart. Tıpkı ehliyetsiz birinin trafiğe çıkamaması gibi, evlilik gibi büyük bir sorumluluğa da “yaşam ehliyeti” olmadan adım atılmamalı. Devlet eliyle:
Evlilik öncesi eğitim programları zorunlu hale getirilmeli,
Bireyler hem sağlık hem de psikolojik değerlendirmelerden geçmeli,
İmam nikahı adı altındaki resmi nikâhsız evlilikleri yapanlara ve kıyanlara ciddi cezalar uygulanmalı,
Aile içi iletişim, finans yönetimi, stresle başa çıkma ve duygusal dayanıklılık gibi konular bu eğitimlerde mutlaka yer almalıdır.
"Hastalıkta, sağlıkta, iyi günde kötü günde" diye verilen yemin, sadece sözde değil; bilinçte ve davranışta yaşanmalı.
Unutmayalım ki evlilik sadece aşk değil; sorumluluk, fedakârlık, karşılıklı anlayış ve sürekli bir öğrenme sürecidir. Mutlu evlilikler, iki kişinin birbirine “kıyafet” gibi değil, “kanat” gibi olmasıyla mümkündür. Yük olmadan, uçurmadan…
Çiftlerin birbirine kıymet verdiği, çocukların gözlerinin içinin güldüğü, sevgi, anlayış ve sadakatin hüküm sürdüğü mutlu yuvaların artması dileğiyle…
Sevgi ve saygılarımla,
Raziye Gökbudak